Aytül Akal’la Birlikte,  Çocuk,  İlkokul 2. Sınıf,  İlkokul 3. Sınıf,  İlkokul 4. Sınıf,  Kitaplar,  Öykü,  Şiir,  Uçanbalık Yayınevi

KIRMIZI ŞEMSİYE

 

Kırmızı Şemsiye’de yok yok. Düz yazı, şiir, resim, çizgi roman; yani bir çocuğun ilgisini canlı tutmak için gereken her şey mevcut.

—Ebru Akkaş, Taraf

İki yazar, iki ressam… Hem şiir hem öykü… Hem resim hem çizgi roman… Öyküden şiire, şiirden öyküye akıp duran, o renkten bu renge bürünen kitap, toplumdaki önyargıları ve sonuçlarını komik ama düşündürücü bir öyküyle sunuyor okurlarına… Kayıp kırmızı şemsiyenin peşinde bir oyun, bir macera…

Nasıl mı sonlanıyor? İşte o da sürpriz!

Önyargılar, Sorumluluk, Saygı

Kırmızı Şemsiye (Öykü / Şiir), 64s.

Yayıncı: Uçanbalık

Resimleyen: Ayda Kantar, Saadet Ceylan

Sınıflar: İlkokul 2. Sınıf, İlkokul 3. Sınıf, İlkokul 4. Sınıf

Yine aynı şey olmuştu. Ödevimi yapmama karşın, o soğuk, acımasız cetvelin avucumda şaklamasına az kalmıştı. Kalemimle isteksizce oynarken düşünüyordum: “Neden birinin hatası yüzünden diğerleri ceza alır?”

Yan gözle toparlak yüzlü, orta yaşlı bir kadın olan öğretmenimize bakıyorum; otuz santimlik yassı cetveli, üstelik haksız yere, yemek istemiyorum. Ne korkunç, ne kocaman, ne dayanılmaz bir üzüntü bu. Suyunu sızdıran vazodaki çiçek gibi boynum bükülüyor. Çocuk dünyama yakışmıyor bu hüzün. Okula tertemiz önlüğüm, ufacık çantam ve sevinçlerimle geliyorum ama dönüşümde yanımda acılarım da var. Cetvel avucumu yakınca yalnız bırakılmış, çaresiz, unutulmuş, ezilmiş, itilmiş hissediyorum kendimi. Anlayamıyorum niçin ödevimi yaptığım halde cetvelin bana da yöneldiğini. Neden haksız yere ceza çeker insan?

Zil çalsa kurtulur muyum? Cetvel kırılıverse, öğretmen yenisini bulamasa… Sıranın içine saklasam ellerimi… Ya da kaynayıversem arada, unutsa mesela… Belki de yorulup vazgeçer, kolay mı kırk iki kişinin avucuna vurmak. Ya da cesaretimi toplasam “Bu haksızlık!” desem. Gözyaşlarım ha aktı ha akacak, zor tutuyorum kendimi. Cetveli yememenin bir yolu olmalı, ödev yapmayanların evine gidip yaptıracak değilim ya…

Arka sıralardan başladı öğretmen. Ödevi yapanlardan ve yapmayanlardan çıkan ses biraz farklı sanki. Kimisine daha sert vuruyor, ya da bana öyle geliyor.

“Ayyy…”

“ Uyyy…”

“Offff…”

“Acımadı kii…”

“Örtmeniiim…”

“Ufff…”

Haylaz Hasan bizden bir yaş büyük, dokuz yaşında, “Tek başına yemektense toplu halde dayak yemek daha iyi öğretmenim, değil mi?” diye soruyor. Her şey onun yüzünden başımıza gelmişken bir de böyle alaylı konuşması yok mu… Kimse kimseye benzemiyor, herkesin tepkisi farklı.

Öğretmen cetveli tam indirecekken, Osman elini çekiveriyor, belli ki çok korkuyor. Cetvel Osman’ın kafasında patlıyor. Öğretmen “Yağma yok Osman, uzat elini” diye öylesine gürlüyor ki…

Şrakkk… Fazladan bir şrakkk daha!

Osman küçülüyor, küçülüyor, yok oluyor… Cetvel büyüyor, büyüyor, sınıfı kaplıyor. Bu cetvel bu iş için özel üretilip okullara dağıtılıyor olmalı.

Sırada Nurcan’ın avucu var. Nurcan’ın gözleri görmüyor. Onu neden görmeyenlerin gittiği okula göndermediklerini sorup duruyor annem, nereden bileyim. Yüzü yaşlılarınkine benziyor diye mi acaba, kimse onunla arkadaşlık etmiyor. Annesi götürüp getiriyor okula.

Herkes dikkat kesilmiş bakıyor. Öğretmen ona “aç avucunu” diyor, Nurcan açıyor. “Şrakkk…” Bir an düşünüyorum, “görmeyenlerin gözyaşları var mıdır?” diye.

Nurcan’ın hemen arkasında oturuyorum. Cetvelin kızgın yüzü bana dönüyor. Bir an gözgöze geliyoruz öğretmenle, ürkek ürkek bakıyorum; dönülmez yolda olduğumu anlıyorum.

Şaappp…

Sanki duyamaz oluyor kulaklarım. Ödevimi yapmış olmam hiçbir anlam ifade etmedi işte. Sırama kapanıp höykürerek ağlamaya başlıyorum, saç örgülerimin ucundaki beyaz kurdeleler sırılsıklam.

“Eee, kurunun yanında yaş da yanar Ayşe!” diyor öğretmen. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum. Hepiniz aynı yaştasınız mı demek istiyor, avuçlarımızın yandığını mı söylüyor?

Cetveli yiyenler acıyı geçirmek için avuçlarını dizlerine sürtüyor. Kimisi sıranın demir kısmını tutup serinletiyor kıpkırmızı avucunu. Ben bunu yapmıyorum “acımadı” diye haykırmak istiyorum aslında. Karşı koyamadığım, kabullendiğim için çok kızıyorum kendime. Niye dayak yiyorum, niye niye? Duvarlar, kara tahta, kürsü, sıralar yığılıyor üstüme. Avuçlarımın belleği bunları asla unutmayacak, biliyorum…

Zil çalıyor, önce cetvel sonra öğretmen çıkıyor, iki dakikada boşalıyor sınıf. Nurcan’la ben kalıyoruz içeride; sıramıza çivilenmiş gibiyiz.

Nurcan’ın hep gönlüne dönük olan gözleri tavana dikili. “Biliyor musun, çok sevindim, öğretmen bana da vurdu” diyor. Ne demek istediğini anlayamıyorum. Kırgın, solgun, küskün ses tonuyla soruyorum:

“Neden sevindin, anlamadım?”

“Çünkü öğretmen beni sizden ayırmadı!”

Paylaş:

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.