Sıcak Sıcak,  Söyleşiler

“ÇOCUK ŞİİRİ BİR SİNEMA PERDESİ GİBİDİR” / ARTFULLIVING SÖYLEŞİSİ (19 HAZİRAN 2017)

Türk çocuk ve gençlik yazınında roman, şiir, öykü, masal, oyun türlerinde ürünler veren ve Andersen Ödülü için 2018 yılı Türkiye adayı olan Mavisel Yener ile kitapları ve çocuk yazını üzerinde söyleştik.

Mavisel Yener, 100’e yakın kitabı yayımlanan, birçok şiir, öykü ve masalı Türkçe ders kitaplarında, dergilerde yer alan ve yabancı dillere çevrilen, editörlük, yaratıcı yazarlık eğitmenliği yanında inceleme ve eleştiri yazıları da yazan, sayısız ödüllerin sahibi bir yazar.

Sevgili Yener, Diş Hekimliği Fakültesi mezunusunuz. Neden yazarlık; özellikle de çocuk yazınında?

Dişlerin ve düşlerin sağlığından sorumlu tuttum kendimi galiba! Şaka bir yana, diş hekimi olmadan önce de yazıyordum. Küçük yaşlarımdan beri yazar olmayı hedefleyen biriyim. İki hedef birden belirleyince, ikisini birden yapmak istedim. Hem diş hekimliğini hem de yazarlığı birlikte sürdürdüm. Aslında bir de astronot olmak istiyordum ama henüz olamadı; yine de umudumu yitirmedim.  Bir gün bir edebiyatçıyı uzaya gönderme kararı alırlarsa ben aday olacağım ve astronotluğu da deneyimleyeceğim. “Neden Yazarlık?” sorusunun yanıtı bende çok basit; çünkü çocuklar ve gençler için yazmayı seviyorum.

Fotoğraf: Hülya Avdan

Uzunca bir dönemdir çocuk yazını alanında inceleme ve eleştiri yazıları yazıyorsunuz. Günümüzde en çok çocuk kitabı okuyanlardan olmalısınız. Türk ve dünya yazını ürünlerini yazın değerleri bağlamında karşılaştırdığınızda neler görüyorsunuz? 

Bu soruyu on beş yıl önce sorsaydınız farklı bir yanıt verirdim. Dönemsel özellik olarak çocuğun eğitilmesini ön plana alan kitaplar dönemi, yerini çocuk öznenin önemsendiği bir döneme bıraktı. 1980’lerin başında değin çok etkin olan bu anlayış, çocuğun kültürel, sosyal bir varlık olduğunu kabul eden, onu dünyadan soyutlamayan bir anlayışa evrildi. Böyle olunca, verilen ürünler de dünya yazını ürünleriyle yazınsal anlamda boy ölçüşebilecek duruma geldi. Çocuk edebiyatımızın düzeyini ülkemizin genel edebiyat ortamından ayrı tutmamız olanak dışı. Son yıllarda, Kültür Bakanlığı’nın projesi ve ajansların da desteği ile, Türkçe yazan daha çok yazarın kitabı dünya dillerine çevrilmeye başladı. Bu, çocuk edebiyatımızda da yansımalarını görebileceğimiz bir gelişme. Ülkemizde çocuk haklarının daha çok gündeme gelmesiyle birlikte çocuk edebiyatımızın bütün bileşenleriyle çok daha farklı bir yere doğru yürüyebileceğini düşünüyorum. Çocuk edebiyatı alanındaki iyi örneklerimiz ülke sınırını aştıkça, yerellikten evrenselliğe yelken açtığımızı gözle görebileceğiz.

Yazılakaya Şiir Dergisi’nin “Çocuk Şiirleri” seçkisini hazırlarken -2012 yıl 59. sayısı- sizden bir önsöz almıştım. Şöyle diyordunuz: “Çocuklar için şiir yazarken dizelerle resim yapmaya, sözcüklerimi ressamın renkleri kullandığı gibi kullanmaya özen gösteririm.” Bu deyişiniz şiir sanatınızın ölçütlerini gösteriyor bir bakıma. Çocuğun algı düzeyinde oluşturduğunuz yazınsal sanatları… Daha bir açıklıkla,  şiirlerinize bezediğiniz  “benzetme”, “eğretileme”, “kişileştirme”, “değinmece”, “karşıtlık”, “bağdaştırma” vb. yazınsal sanatlar ile sözcüklerin sıradanlaşmış anlamlarını değiştirerek – dolayısıyla imge yaratarak-; algıda genişlik kazandırmış olmanızı. Çocuklara yönelik şiir evreninizi biraz daha açımlar mısınız Sevgili Yener?

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Milliyet Yayınları’ndan çıkan Kuşayak adlı kitabı bana şiiri sevdiren ilk kitaptır. Üçüncü sınıftayken hediye edilen bu kitapla sözcüklerin kanatları olduğunu anladım.  Ben de şiirlerimi okuyan çocuklara şiir türünü sevdirmeyi istiyorum. Çocuk beşikte tanıştığı ninnilerle ilk şiirlerini dinlemeye başlar aslında. Tekerlemelerle devam eder bu yolculuk. Okul öncesi dönemde uyaklı sözleri çok sever, tekrarlayan dizeler, şiirli masallar hoşuna gider. Çocuklarımızı daha okuma yazma öğrenmeden önce şiirle tanıştırabiliriz; yaş gruplarına uygun şiirler olursa çok hoşlandıklarına tanık olacağız. Şiir sanatı, çocuklara dili daha iyi kullanma, böylece duygu ve düşüncelerini daha ifade edebilme olanağı sağlıyor. Dil, düşüncenin taşıyıcısı. Şiirin estetiğine dair bütün ölçütler çocuk şiiri için de geçerlidir. Dünyaya çocuk şiiri penceresinden bakarken dil, anlam, duygusal gelişim, akıl ve sezgi penceresini açık tutarız. Çocuk şiiri bir sinema perdesi gibidir. O perdede okurlar kendilerini izlerler; izleme/okuma sırasında ister istemez kendi çevrelerine dönerler. Bu perdeye bakarken çocuğun şaşırması, merak duyması, sevinç duyumsaması önemlidir. Çocuklar için yazan şairin okurla kurmaya çalıştığı ilişkinin içinde, çok boyutlu bir sevgiden söz etmek mümkündür. Hayatımız boyunca çocukluk deneyimlerimizi aklımızdan çıkaramayız. O masumiyeti, güzelliği, merakı, saf sevgiyi ararız. Çocuk okura başarıyla seslenebilmenin sırrı onun bu saf bilincine seslenebilmekle mümkündür. Çocuktaki derin hayranlık, merak ve gizem duygusunu yakalayabilen, onların dünyalarını genişleten yapıtlar çocuk edebiyatının pırlantalarıdır. Şiir türü çocuğun o saf haline en yakın türlerden biridir, çünkü derinlikli çağrışımlarıyla, coşkusuyla çocuğu kolayca sarıp sarmalayabilir. İyi çocuk şiiri çocuğun duygu dünyasını, gözlemlerini, yaşantısını varsıllaştırır. Şiir, çocuğu yazmaya heveslendirip estetik duygular uyandırarak onun duygusal gelişimine katkıda bulunur.  Düşünsel, duygusal çağrışım, coşku yaratır, dil ve anlatımını zenginleştirir, algılama gücünü geliştirir. Hiç kuşku yok ki şiir okuyan çocuk gündelik yaşamda dilini daha estetik ve etkin kullanabilme yetisi kazanır. Bu da gelecek adına büyük kazançtır.

 

Aytül Akal ile birlikte ürettiğiniz kimi şiir kitaplarınızdan söz etmek isterim. Özellikle Mustafa Delioğlu’nun görkemli resimleriyle boyutlanan Denizin Büyüsü,  Mavi Ay ve Kar Sesi’nden… Bir örnekle Kar Sesi’nde geçen “Kar Sesi -4” şiirinizle, çocuğa “kar sesini” imgelem boyutunda gerçekten duyuruyorsunuz:
Eriyor kar…/ Kahkahalarla, çığlıklarla/ veda edip gidiyor./ Çağıldıyor, şırıldıyor/ mırıldanıp şakırdıyor./ Maviye dönüşüp/ buharlaşıyor…// Kar, sessizlik büyüsünü/ ilk kez bozuyor…/ Suyun hiç bitmeyen öyküsünü/ yeniden başlatıyor.

Şiirinizde “kar sesi” imgesiyle verdiğiniz kış mevsiminin doğadaki en arı, en beyaz ve en sessiz simgesi olan “kar”ı, doğanın doğal döngüsü içinde şiirleştiriyorsunuz. “Kar”ın “büyülü” uyanışını, kışa veda edip ilkyaza yürürken çıkardığı;  çağıldayan, şırıldayan, mırıldanıp şakırdayan coşkulu sesleri, imgelem boyutunda duyuruyorsunuz. Şiirinizin ikincil eğretilemesel boyutu da,  “su”yu çağrıştıran “buharlaşma” imgesiyle, doğanın öncesizlikten gelip sonsuzluğa yürüyen eşsiz döngüsünü çağrıştırıyorsunuz. “Mavi” imgesiyle de yaşamın kaynağı olan “su”yu bir “ikili” benzetişle hem çocuğun, hem de kendi yüreğinizi umutlarla doldurarak veriyorsunuz. Yüreğinizi çünkü, “Mavi” nitemi, adınızı da imliyor bir bakıma… Sevgili Yener, çok merak ediyorum; roman, şiir, öykü, masal, oyun tüm bu türlerde atbaşı gidiyorsunuz. Bu çok yönlü yazınsal başarınızın gizinizi öğrenebilir miyim?

Değerli saptamalarınız için çok teşekkür ederim. Çocuk şiiri yazmak ciddi iştir, çocuk şiirini alt alta dizilmiş uyak yığını olarak algılayanların günümüzde bile olduğunu görüyorum. Oysa şiir sanatına dair bütün kavramlar çocuk şiiri için de geçerlidir. Fakat onu iyi bilmek de yetmez. Bu nedenledir ki her şair, çocuk için yazamaz. Sizin de vurguladığınız gibi, farklı türlerde yazıyorum çünkü hepsini seviyorum. Yaşamın her alanında başarının anahtar sözcüğünün SEVGİ olduğunu biliyorum. Bu türlerin hepsini seviyorum ve hepsiyle ilgili temel felsefe üzerinde düşünmek hoşuma gidiyor. Masalın felsefesi, şiirin felsefesi ve diğerleri… Bunların sentezini çocuk okurla yapmak paha biçilmez bir mutluluk.

 

Mavisel Yener ile Şiir Atölyesi kitabınız şiirin neliğini çocuklara tanıtması yanında onların şiir beğenisini geliştiren, daha ötesi şiir yazmalarını isteklendiren, yetilerini geliştiren olağanüstü nitelikte bir çalışma olmuş. Yaratıcı yazarlık/ şairlik atölyenizi evlere taşımış oluyorsunuz bu kitabınızla. Dönütleri nasıl geldi bu çalışmanızın Sevgili Yener?

Yıllardır çocuklar, kimi zaman da öğretmenler için şiir atölyeleri yapıyordum zaten. Hep birlikte, şiirin filizlenme noktası, şiir dili, şiirin matematiği, şiirde duygu, şiirde imge gibi konularda beyin fırtınaları yapıyorduk.  Şiir okurken ve yazarken bu eylemin dokusuna gizlenen incelik, zekâ, ironi, ustalık, estetik kavramlarına kafa yoruyorduk. İyi şiir örneklerine bakıyorduk. Bu çalışmalar sırasında geliştirdiğim bazı söylemlerin atölye katılımcılarına şiiri kavratmakta ne denli başarılı olduğunu gözlemledim. Herkesin yararlanabilmesi için, atölye programlarımda yaptığım uygulamaları kitaplaştırma fikri aklıma geldi. Türkiye’de başka örneği olmayan projeyi Tudem Yayınları’na sunduğumda yayın yönetmeni İlke Aykanat Çam, yüreğiyle dinledi, yararına inandı. Onun inancıyla başlayan bu yolculuk editör Hülya Dayan’ın güzel enerjisini projeye dâhil etmesiyle devam etti. Dönütleri tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Artık hem çocuklar hem yetişkinler bu kitap aracılığı ile şiir üstünde düşünmeye başladı. Daha önce okuyup-ezberleyip geçiverdikleri şiirlere artık başka penceren bakabildiklerini söylüyorlar. Atölye çalışmalarının hiç biri şair ya da öykücü yetiştirmez ama iyi okurlar yetiştirir.

2003 TUDEM Birincilik Ödülü’nü alan Mavi Zamanlar romanınızı 2006 yılında okumuştum. Onu yeniden okuduğumda bir kez daha coşkulu ve hüzünlü anlar yaşadım. Romanda iç içe yürüyen birçok olay katmanının bireşimsel akışına; roman kahramanı Birce ve arkadaşlarının çocuk gerçekliğinde süren olağanüstü serüvenine, Dolunay Masalcısı’nın anlattığı insanlığın evrensel masalının büyü ve gizemine, Alyanoi Antik Kenti’nin sular altında kalan ve hâlâ soluyan iki bin yıllık hüzünlü öyküsüne ve bu da yetmiyormuş gibi tarihi eser ve doğal varlıklarımıza göz koyan kaçakçıların içimizi acıtan hoyratlıklarına kapılarak. Bir yazar duyarlılığı ile antik bir kentin kurtuluşu için daha iki binli yılların başında ele aldığınız bu romanınızla yetinmediğinizi çıkarsıyorum. Neler oldu/ olmakta  Alyanoi’de sevgili Yener? 

Mavi Zamanlar’ın yüreğine inip derinlerindeki izlerin peşine düşmüşsünüz, teşekkür ederim. Mavi Zamanlar, otuzuncu baskısına doğru ilerlerken yüz binin epey üstünde okurla buluştu. Bu da Alyanoi Antik Kenti’nin yüz binin üstünde dostu oldu anlamına geliyor. Kültürel mirasımızın korunması için ileride karar noktalarına gelecek kişiler şimdinin çocukları. Mavi Zamanlar’ı okuyan bir gencin, maddi ve manevi kültürel değerlerimizi bir çırpıda harcayabileceğini düşünmüyorum. Bu konuda çok daha farklı pencereden bakabilecek, kültürel miras konusunda farkındalık geliştirecektir. Geçmiş, şimdi ve geleceği birleştirmek istedim Mavi Zamanlar’ın kurgusunda, “zaman” sözcüğünü özellikle vurguladım kitabın adında. Çünkü Alyanoi sular altında kalsa bile “zaman”ı içinde hep saklayacak bir antik kent.

Altı dizilik Dolunay Dedektifleri (Bilgi Yayınları) yapıtlarınızı okurken üç temel düşüncede yoğunlaştım: Kahramanlarınız kimi tümdengelim, kimi tümevarım uslamlamalarıyla bireşimsel zihin becerilerini okura da bulaştıran, onlarda algı genişletebilen ve farkındalık yaratabilen bir yapısallıkta. Seri boyunca ağırlıklı olarak Anadolu’muzun antik döneminden günümüze köprüler kurarak oluşturduğunuz öyküler bir olguyu imliyor: -içten ve abartısız bir öngörüm bu doğal olarak- Çok yakın bir dönemde bin bir felsefenin ve söylenin beşiği Anadolu’muza özgü evrensel boyutta bir yapıta yüklü olduğunuzu… Üçüncül olarak; her bir kitabınızı görkemli bir gezi kitabına dönüştürmüşsünüz.  Gittiğiniz kentlerde iç gözleriniz hiç uyumamış görünüyor. Bu serinizle ilgi düşüncelerinizi bir de sizden duymak isterim.

Anadolu’ya özgü evrensel boyutta bir yapıta yüklü olabilsem keşke… Bu değerlendirmeniz üzerine kafa yoracağım. Yerelden evrensele uzanan bir çizgide yazmayı önemsiyorum, Dolunay Dedektifleri serisi de bu düzlemde yerini aldı. İçine doğduğum kadim coğrafyanın sesleri, renkleri, kokuları ben istesem de istemesem de yazdıklarımın içine sızıveriyor. Dolunay Dedektifleri serisi okuru hem heyecanlandırsın hem de edebiyatın tadını versin istemiştim, bunu başarabildiğimi okurlarımdan aldığım geri bildirimler ve serinin baskı sayısı gösteriyor. Bir gezi kitabı yazayım diye hiç düşünmedim doğrusu. Sıradan fikirler bana çekici gelmiyor. Ama bir maceranın içindeki kahramanlar bir yerlerde geziyorlarsa onların işine karışamam tabii! Gezgin bir ruhum var, farklı ülkelere gidip gökyüzü oralardan nasıl görünüyor, oralarda hangi çiçekler açıyor, ay orada nasıl batıyor, insanlar nasıl yaşıyorlar diye merak ederek bunları gözlemliyorum. Gidip gördüğüm yerlerde iç gözlerim uyumuyor haklısınız, çünkü oraların bende uyandırdığı heyecan, hoşluk ve merak duygusunun ötesinde, korku uyandıran duyumsayışlar da oluyor kimi zaman. İşte böyle olunca yolculukların gerçek amacı, evrensel gerçekliği bütünsel bir biçimde keşfetmeye dönüşüyor. Dolunay Dedektifleri serisinde de sizin de vurguladığınız gibi, bütünsel olandan öznel olana doğru (ya da tam tersi) yolculuklar var. Birçok öğretmen bu serinin analitik düşünme becerisini geliştirdiği konusunda buluşuyor. Ama ben, çocukların analitik düşünme becerisini geliştireyim amacı ile yola çıkmadım tabii ki… Tek derdim onların sevebilecekleri kitaplar yazabilmek.

Son olarak okurlarınıza iletinizi alabilir miyim?

Bana göre her okurum simyacıdır, yazdıklarımı belleğinde yeniden yaratır, dönüştürür. Eminim ki kendilerinden sonra gelenlere bu öyküleri ne biçimde anlatacaklarına kendileri karar verecekler. Çünkü hepimiz kolektif bilincin geniş dünyasında yüzüp duruyoruz. Tüm simyacılara selam olsun!

Görseller: Paolo Domeniconi

KAYNAK: ARTFULLIVING

 

Paylaş:

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.